Kadın; ruhu bedeni ve varoluşu
01/05/2025 17:13 | Son Güncelleme : 18/12/2025 10:22 | Okunma Sayısı : 547 | Birebir TV
Kadın; ruhu bedeni ve varoluşunun tümüyle, insanlığın en büyük çelişkilerinden birini taşır. Kutsallıkla lanetlenme arasında bir döngüde sıkışıp kalmak... Kadın, doğumun mucizesini taşır; yaşamı kendi bedeninden sunar. Aynı zamanda, bu kutsallığın kıymetini bilemeyen bir dünyanın yükünü de sırtlar. Tarih boyunca kadın, bazen bir tanrıça gibi tapılmış, bazense bir köleymişçesine savurulmuş adeta bir savaş meydanı olmuştur.
Kadın bedeni, sadece yaşamın kaynağı değil, aynı zamanda insanlığın korkularını, bastırılmış arzularıyla şiddetini taşıyan bir alan haline getirilmiştir. Kadının kendisi bastırıldıkça, bu bastırılma şiddetle geri dönmüştür. Bir toplum, kadını kendi arzularından utandırdığında, aslında insanlığın doğasını boğar. Bastırılan arzular, bastırılan insanlık demektir. Bu utanç, sessiz çığlıklara dönüşür: bir annenin kendi kızına duyduğu öfke, bir kız kardeşin gözlerini kapatışı ya da bir bebeğin susturulması. Kendi varlığına utanç duyan ve yabancılaşan kadın, kendi kızını “öteki” görmeye başlar. Ve bu döngü, insanlığın kendi kendini yok ettiği bir tiyatro sahnesine dönüşür.
Erkeklerin bu sahnedeki rolleriyse aynı ölçüde trajiktir. Erkekler, annelerinin şefkatine bağımlı masum bir çocukken, büyüdüklerinde bu şefkati tehditmişçesine görmeye başlar. Çünkü toplumsal düzen, bir erkeğin kadına muhtaç olmasını bir zayıflık olarak kodlar. Kadının sevgisine duyulan bu ihtiyaç, korkuya, korkuysa kine dönüşür. Erkek, kadına hem ulaşılması gereken bir arzu nesnesi hem de kontrol edilmesi gereken bir tehdit gibi yaklaşır. Şefkatin yerini zehirli bir baskı, sevginin yerini kin dolu bir şiddet alır. Böylelikle kadın, erkeğin kendi insani zaafiyetlerini bastırdığı karşı konulamaz bir savaş meydanına döner.
Kız çocukları, kadınlar, bebekler… Bu dünya onları ya birer kurban ya da birer suçlu ilan eder. Oysa ne kurbandırlar ne de suçlu... Onlar insanlığın kırılan aynasının yansımalarıdır. Her şiddet, her baskı, her yok sayış, bu aynanın biraz daha parçalanmasına yansımanınsa çoğalmasına neden olur. O kırık aynalardan yansıyan görüntü, insanlığın kendi yüzüdür: zalim, kör ve unutkan. Kadın, kendi yaralarını unutmak için başka kadınların yaralarını büyütür. Erkek, kendi korkularından saklanmak için kadını susturur. İnsanlık, kendi doğasını reddederek her seferinde biraz daha kaybolur.
Bir anne, kendi kızına el kaldırdığında; bir toplum, bir kadını susturduğunda; bir insan, bir bebeği susturulabilir bir varlık gibi gördüğünde, insan insanlığından azalıyor. Kadının sahip olduğu sadece bir beden değil; bir tarih, bir can ve bir insanlık hikâyesidir. O bedene indirilen her darbe, insanlığın kendi köklerine savurduğu bir baltadır.
Yüzleşmelisiniz korkularınızla; Kadını susturan, insanlığı öldürür. Kadını nesnelleştiren, kendi ruhunu köleleştirir. Kadın, utancın değil, yaşamın simgesidir. Kadınları şefkatiyle yalnızca yaşamı doğurmaz. Yaşamla gelen sevgi dolu umutları tüm içtenliğiyle geleceğe doğurur. Bu umut insanın tüm zaafiyetini, karanlığını alıp götürecek kadar güçlü bir ışığı taşır. Bu ışık seni doğuran ananın kendisidir. Seni kavuran sıcak bir günde gölgesine sığınacağın kız kardeşin ve damarlarında akan kanının en değerli zerresi, can parçan olan kızından başkası değildir. Ruhunu iyileştiren en büyük şifa kaynağın, özünün eşi ve kadınındır.
Bunlar da ilginizi çekebilir
Gebze Ticaret Odası Meclis Başkanı Oğuz ŞERİFALİOĞLU'nun Acı Günü
Gebze Ticaret Odası Meclis Başkanı Oğuz ŞERİFALİOĞLU'nun Acı Günü
1 yıl önceYASİN PAMUK'TAN YENİ BİR PROJE DAHA
YASİN PAMUK'TAN YENİ BİR PROJE DAHA
1 yıl önceBarış Gökdemir Gebze'yi unutmadı
81 ili tek tek sayan Barış Gökdemir Gebze'yi unutmadı
1 yıl önce

Cengiz Ceylan kimdir?